22 Şubat 2017 Çarşamba

Transaksiyonel analiz nedir?

Selamlar;


Bugün yine değişik bir konu ile karşınızdayım.

Markaların bizi yönlendirmekte psikolojiden faydalandıklarını hep duyarız. O halde transaksiyonel analiz nedir?
Reklamlarda markaların tüketicilerine nasıl seslendiklerine hiç dikkat ettiniz mi?

Markalar bir şekilde bize sesleniyorlar ve biz de onlara cevap veriyoruz. Satın alarak, nefret ederek, kendimize yakın bularak...

Tuhaf değil mi?

Bu seslenme bazen bir ebeveyn öğüdü gibi olurken, bazen duygularını paylaşan bir arkadaşın frekansında olabiliyor. Bazen ise kendi iç sesimizi duyuyor gibi hissetmiyor muyuz? Yoksa sadece ben mi hissediyorum:)

Transaksiyonel analiz aslında hem psikoloji hem de iletişime dair bir teori.

Nasıl yani?

Bireylerin hangi benliklerini kullandığını araştırdığı için psikoloji ile ilintili. İletişimin temelinde yatan transaksiyonlarla ilgilendiği için ise aynı zamanda bir iletişim teorisi.

Transaksiyonel analiz sadece markalar tarafından kullanılmıyor. Evlilik ve ilişki danışmanları da bunu pek ala kullanıyorlar efendim:)

O halde kısa bir özetleme yapayım mı?


Bu yaklaşıma göre birisi ile iletişim kurarken üç benlikten birinı kullanıyoruz. Bunu da ortaya 1950'li yıllarda  Eric Berne isimli psikolog dostumuz atmış. Diyor ki; insanda 3 benlik vardır;
                                                            
Bunlar;

*       Ebeveyn egosu: Birine tavsiye verirken, koruyup kollamaya çalışırken, eleştirirken kullandığımız benliktir. (Biz senin yaşındayken böyle miydik? Gençlik bitmiş)
*       Yetişkin egosu: Sorun çözmeye çalışırken, bir konuyu tartışırken, duygusal değil rasyonel hareket etmek istediğimizde kullandığımız benliktir. (Araba almak istiyorum ama şuan o borcun altına girmem mantıklı değil diyen yanımız)
*       Çocuk egosu: Fazla söze gerek yok. En saf, en temiz yanımız. Çocuksu yönümüzün yaşadığı asi ya da itaatkar tarafımızı besleyen benliktir. (Karnımız acıktığında, sabredemeyen, tatlı istediğimizde şımarıklaşan benliğimiz. Yabancı gelmemiş olabilir:))

İşte transaksiyonun önemi burada devreye giriyor.

İletişim kurduğumuz kişi/kişilerle konuşurken hangi benliğimiz devrede ise karşı tarafta buna uygun transaksiyonun devreye girmesini bekliyoruz. İletişimin devamını da aslında bu transaksiyon belirliyor.
Markalarda hedef kitleleri ile iletişim kurarken bu benliklere hitap ederek etki sağlıyorlar. Marka ile paralel yanıtlar doğduğunda iletişim devam ediyor, çapraz tepkilerde ise iletişim kopuyor.

Pek çoğunuz dikkat etmiş olabilir. Yeni ürün, tarife geliştiren firmalar bunları tanıtırken daha çok yetişkin benliğine seslenirken, markaya bağlılık yaratmak noktasında daha çok çocuk ruhlu iletişim çalışmalar hazırlarlar. 

Başka bir örnekle yeşillendireyim. Teknolojik ürünlerdeki yenilik ve özelliklerini anlatan markalar bir yetişkin gibi konuşurken,  kamu spotlarında ebeveyn- çocuk konuşması karşımıza çıkar. Aynı zamanda sıklıkla özgürlük temasını işleyen reklamlarla da karşılaşmıyor muyuz?
İşte bu markanın, ya da kurumun hitap etmek için seçeceği benlik dilinden ibarettir. Üçünü dene tarafını seç:)

Sevgiler

20 Şubat 2017 Pazartesi

Nedir bu holistik düşünce?

Selamlar;

Efendiimmmm.. Etkin iletişimde ve düşünce biçimlerimizde en önemli kavramlardan birisinden bahsedeceğim.Son zamanlarda, özellikle iş hayatında sıklıkla karşımıza bir  "Holistik" kelimesi çıkar oldu. Şimdi bu düşünce yaklaşımına biraz değinmekte fayda görüyorum.

Holistik düşünce nedir ?

Holistik kelimesi birbirinden ayrı parçaların bir araya gelişini ifade eden bir bütünlük demek. Holistik düşüncenin temelinde ise evrendeki her şeyin bir bütünün parçası olduğunu, birbirleri ile ilişkili tek bir sistem gibi hareket ettiğini ve sürekli birbirleri ile iletişim/etkileşim içinde oldukları fikri vardır. Var olan her birim birbirini etkileme potansiyeline sahiptir, büyüklük gözetilmeden, en küçük birim bile gerekli ve önemlidir.

Holistik düşünceyi tanımladık fakat, holistik düşünceye gelmeden önce düşüncenin/düşünüşün geçirdiği evreler nelerdir?

Bunlar sırasıyla;

1- İlk evre olan “lineer-çizgisel” düşünce evresidir. Bu evrede, tüm detaylar hesaba katılmadan sonuca odaklanan ve her sonucun tek sebeple ilintili olduğu düşüncesi hakim bir bakış açısı vardır. Başka bir deyişle “evet-hayır” veya “siyah-beyaz” evresi olarak da özetlenebilir.
2- İkinci evre her şeyi parça parça ele alan, dünyayı parçaların birleşmesinin bütünü olarak ele alan “kartezyen” düşünce evresidir. Mekanik bir yaklaşımdır. Bu düşünce tarzında ağaçlara odaklanırken, ormanı görememe endişesi vardır. Halk arası tabirle büyük resmi kaçırmak diyebiliriz.



3- Parçalara ayırarak inceleme yapılması parçalardan bütünün elde edilemediği durumda yetersiz kalabilir. Son ve üçüncü evre ise az önce tanımlamaya çalıştığımız “holistik”düşünce evresidir.



Bu evrede problemlerin çözümünde bir parçaya müdahale edildiğinde, bunun sonucundan etkilenebilecek “bütün” parçalar da, göz önünde bulundurulmaktadır. Organik bir yaklaşımdır. Kısaca; domino etkisini düşünmek..

İşte ya da sosyal hayatımızda pek çok karar alıyoruz. Belki coğrafi özelliklerimiz, belki daha kolay görünmesi, belki de yaşam biçimimiz/alışkanlıklarımız gereği anı kurtarmak istediğimiz ve direkt sonuca odaklandığımız anlar yok mu?

Almış olduğumuz her karar, bir sonraki kararımızı nasıl etkiler?

Mevcut sorunun anlık çözümüne odaklanmak doğru mudur?

Domino etkisi uzun vadede, kısa vadedeki tüm alınmış sonuçları yok edebilir mi?

Bir sistem içerisinde yer alan bir birimin başarısı, diğer birimlerin başarısı demek midir?


Bir birimde alınan karar, diğer birimde nasıl bir etki yaratır?

Tamam, tamam. Daha fazla uzatmayalım..

En iyisi biz holistik olalım :)

Sevgiler..

19 Şubat 2017 Pazar

Kısadan Hisse



Selamlar dostlar;

Bugünden itibaren bu blogda, aklıma esen her konudan bir şeyler yazıyor olacağım. Ben buna kendim için zihinsel aerobik kuşağı diyorum. Amacım okunmak, bilinmek ya da fark edilmek değil.  


Bana çekici gelen, sadece zihnimdekileri sonsuza dek kayıtlı kalabilecek bir mecraya döküyor olma fikri. Yazarken üzerinde düşünmek de bir nevi aerobik işte:) Seanslarıma katılmak isteyenlere ise her zaman bu aerobik salonunun kapıları açık olacak..

Konu sınırlaması yok diyebilirim. Bir konu benim için üzerinde düşünmeye değerse, yazmaya da değer demektir. Öğrenmenin sınırsızlığında ki çaresizlik benim heyecanım ve motivasyonum.
Peki neden çaresizlik olarak isimlendirdim? 

Yaşağımız çağı bilgi çağı olarak isimlendirilirken, nasıl oluyorda bu kadar bilgisiz ve cahil olabiliyoruz? 

Bu kadar kolay ulaşılabilen bilgi dünyası ile yaptıklarımızdan çok daha fazlasını başarıyor olmamız gerekmez mi?


Kendimce bulduğum yanıt oldukça basit..

Tam bir iletişim karmaşası içerisinde yaşıyoruz. Çoğunlukla  bu sebeple algımız zihin kapasitemizi kullanamayacak kadar dağınık. Yeni dünya hiçbir şeye odaklanmamıza müsade etmiyor. 

Çok değil 10 yıl önce bile algımızı daha az dağıtacak bir dünya vardı. Şimdi ise her yerde bir ses, her yerde bir mesaj bombardımanı ile karşı karşıyayız. 

Mobil cihazlar, tv, sosyal medya derken.. Hangi arada düşüneceğiz, sorgulayacağız ve bir şeylere kafa yoracağız.


Peki bu bir tesadüf olabilir mi?

Köle olmasaydı, efendi de olmazdı..

Sevgiler..